Benim babamın ayakkapları kaç numara?
Toprak dolsa botlarına babamın,
Delik olsa tabanı, hiç kızar mıydı bana?
Sustun!
Fırsattı düşünmeme.
Bir şelale sesidir uğuldadı kulağımda;
Ben isteseydim böyle olmasını değil,
Duymanın bu türlüsünü değil,
Düşünmek mi hafazanallah…
Yemin billah istemezdim.
Bir şehir insan arasında babam koşardı,
Omuzları genişti, belki bana ağla der gibi
Ben melek de değildim ama öyle bakardı.
Dinginleştin!
Hayaller damladı üzerime.
Bir parçası sindi afakın;
Gömleğim nasıl da nemli
Ve nasıl yapışkan ki fikrime,
Çıkarmak mümkün değil.
Karanlık işte cenazenin vakti değil ki yatsı.
Simsiyah, koyu lacivert, dışarıdaydık;
Barut kokusu ve bomba, annem telaşlı.
Bekledin!
Yalan söyledim,
Biz iyiyiz ve herkes gülüyor dedim.
Halbuki aramıza bir tütün kaçakçısı girse,
Babamın sakalları koksa uzun 2000
Fena değilden ancak bahsedebiliriz.
Annemin şekeri düşse bağırır,
Yorulursa annem mesela, bilmem bilir misiniz?
Gün aniden, gök birden, sokaklar filan hep… ap-ağır.
Düştün!
Amerikan mutfakta misafirlerin gözü önünde,
Kahve demlenmiş sanki birkaç yıl önce.
Damağımızda tuzlu telve kalıntısı,
Vahşet dolu gözden geçen geçmiş hatırası.
Baldırımda beş parmak izi kadar yüceydi sevgisi babamın,
Dizinde üç çocuk gülümsemesi açardı fotoğraflarda.
Ve bir bacak kurşuna şarjör olurmuş, kılıca kın.
Yıkıldın!
Cinnetin parıltısı karşısında bilmem kaç kişi saymadım.
Ehl-i heva heyulasında bir parça daha havanın;
Vurmak için son kez okkalı küfrünü katilin suratına,
Ben oradaydım babam da, annem bekledi.
Sen bakmadın!