I
Kör bir kadın anlattı
Kavruk elleriyle ağzını silerek
Ardında homurtusu eskide kalmış mor dağları bilerek
Kime baktığını bilmeden kime dediğini sezmeden
Sözü süzmeden öyle kalan dişlerinin arasından
Anlattı boşluğa fırlatır gibi pası çürütür gibi
Vaktin bir kıymeti yokmuş ben öldüğümde
Ağlayanlarım bin oğuldan boşanan oklar gibi
Saplanmış zirvesi sararmış dağların döşüne
Sormuş şaşkınlığına yenilmiş bir gezgin
Kaç yiğit öldü bu meydanda?
Gerçeği kesen bir koro yankısı duyulmuş o anda
Bir adam öldü o bir oğuldu
Sığamadı sinesine dünyadan kovuldu
II
Kaybettim sinemdeki inciyi giz bilmem
Bana da bahşedilmiş bir ağız söz bilmem
Derdim zor Davut aramaktayım iz bilmem
Kale duvarlarına vuran güneşte doğmuş değilim
Eski evlerin duvarında batan güneşte ölmüş değilim
Bir an oldu ve beni öldürdüler fark etmediniz
Vaktin içinde siz kendinizi demlemekteydiniz
Parlıyordu haklarınız kuşanılmış birer zırh gibi
Parlıyordu bilmedikleriniz gecenin göğünde düş gibi
Ağzım açıktı beni öldürdüklerinde
Bir son söze bile tahammülü olmayanlar
Bir son bakışın bile gözünü oyanlar
Derdim çoktu Davut aramaktaydım
Musa’nın hatırını topraktan kazımaktaydım
Tur ve Nur ilgilendirmedi sizi Vezüv kadar
Sözleri silkeleyip küllere iman ettiniz
Beni sözün bittiği yerde katlettiniz
III
Ağzı güzel bir kadın anlattı
Kavruk elleriyle dizlerini döverek
Arıların sardığı şu çiçeklerin arasında
Ufak bir mesel gibi koydular o gediğe
Kapattılar üstünü hiçbir şey kalmadı ondan geriye
Bir tek adı kaldı
O da dilsiz bir Davut’ta saklı
Ziya Kibar